Cemil PASLI


Sürekli gelişme nasıl sağlanır?

Aile, Eğitim ve İletişim Uzmanı Cemil Paslı'nın kaleminden...


Gelişme ve olumlu değişimin değişmez parametreleri şunlardır:

1.Yönetimin (erk/mülk) gücü ancak hukuku etkili ve yaygın kullanmasıyla doğru orantılıdır.

2.Yönetim ancak halka, sosyal sermayeye dayandığı, birlikte hareket ettiği, sürece dahil ettiği, hesap verdiği oranda güç kazanabilir.

3.Halk, dolayısıyla halka dayalı yönetim(güç); en az nüfusa oranla artan milli gelirle varlığını ve bağımsızlığını sürdürebilir.

4.Milli gelir, katma değer ortaya koyan üretim ve herkese uzanan istihdam sağlanmadan artmaz.

5.Gelişmenin sürekliliği için adalet ve liyakat zorunludur.

6.Adalet, Allah’ın dünya/ahiret işleri düzenleyip yürüttüğü sünnetullaha(mizan) uymaktır ve kişi devlet ona uyduğu nispette değerlidir.

7.Adaleti sağlama mülkün kendisine halk tarafından emanet edilen yöneticilerin en başta gelen görevidir.

Bu hakikati bir formülle ifade etmek gerekirse:

Otorite(erk/mülk): Etkin ve şeffaf yönetim+ Sosyal Sermaye+ Milli Gelir+ Sürekli Gelişme + Adalet + Refah

Bu esaslar birleşik kaplar misali birlikte gelişir, ilerler; birlikte bozulur, geriler.

23 yıllık Nübüvvet ve 30 yıllık hilafet döneminde gelişme ve ilerlemenin tarihte kaydedilmiş en hızlı, en sağlıklı ve tabana yayılmış olanını tüm insanlığa kıyamet kadar model olacak şekliyle İslamiyet ortaya koymuştur.

İslam’ın yaptığı şey, bütün gelişmede etkili bütün faktörleri pozitif tarzda harekete geçirmekti.

İslam işe bir toplumun yükseliş ve çöküşünün arkasındaki temel gücü oluşturan fertlerin(halk) ahlaki ve maddi açılardan yükselişine katkıda bulunarak başlamıştır. İnsanlara bir anlam ve amaç enjekte ederek hayata bakışlarını değiştirmiştir. Onlara gelişmeye uygun kurumlar veya akide ve ahlaki değerler(şeriat) sağlamış ve aynı zamanda da ait oldukları toplumun karakterini değiştirmesine katkı sunacak uygun ortam oluşturmuştur.

Halifenin halk tarafından seçildiği ve halka karşı sorumlu olduğu, yönetimin şura(danışma heyeti) tarafından verilen kararlara uygun şekilde yürütüldüğü ahlaki yönelişe sahip bir siyasi sitem kurmuştur.

Bu şekilde günümüzde “iyi yönetim” olarak adlandırılan  ve adaletin, saygınlığın, eşitliğin, öz güvenin tesis edildiği ve gelişmenin, refahın, milli gelirin faydalarının herkes, özellikle de fakir ve mazlumlar tarafından paylaşıldığı adalet ve liyakate dayalı bir çerçeve oluşturmuştur.

Bu çerçeve hukukun hakimiyetini tesis etmiş, yaşama, ferdi saygınlığa ve mülkiyete kutsallık kazandırmıştır. Çiftçiye, zanaatkara ve tacire yüksek ve saygın bir statü kazandırmıştır.

Adalet ve liyakatin hakim olması; can ve mal güvenliğinin sağlanması, dürüstlük, güvenilirlik, çok çalışma, sermaye birikimi, girişimcilik ve teknolojik gelişmeyi güçlendirmiştir.

Daha öncesinde, Bizans ve Sasani imparatorluklarının birbiriyle sürekli savaştığı, kabileler arası düşmanlıkların kol gezdiği, kervanların yollarının kesildiği ve aşırı vergilerin alındığı bir bölgede mal, sermaye ve emeğin serbestçe dolaşabildiği, gümrük vergilerinin düşük olduğu geniş bir ortak pazar kurulmuştur.

Sonuç olarak zirai ve sinai üretimle beraber uzun mesafeli ticarette de devrim niteliğinde bir artış meydana gelmiştir. Ziraat, zanaat ve ticareti kapsayan her alanda ekonomik gelişme fertlerin ve devletin gelirlerinde önemli ölçüde artışa yol açmıştı.

Eğitim ve araştırma için büyük bir kamuoyu desteği mevcuttu. Böylelikle insan becerilerinde, teknolojik ve entelektüel düzeyde gelişmelere zemin hazırladığı gibi, her ilim dalından farklı inançlara mensup ilim adamlarının ayrımcılığa maruz kalmadan “önemli bir uyanış”a katkıda bulunmasına elverişli bir ortam sağlanmıştı.

Kadının konumu da önemli ölçüde gelişmiştir. Kur’an kadınlara erkeklere eşit haklar tanımış (Bakara, 2/228) ve erkeklere kadınlara karşı vazifelerini hoş bir şekilde yerine getirmelerini emretmiştir.(Bakara, 2/237) İkinci halife Hz. Ömer’in “İslam öncesi (cahiliye) dönem boyunca bizler kadınlara ehemmiyet verilecek bir şey olarak görmezdik. Halbuki İslam’ın gelişinden sonra bizzat Allah onlar hakkındaki hakları olduğunun farkına vardık. “(Buhari, Sahih, VII, 281, 735) sözüyle durumu ortaya koymuştur. Hz. Peygamber döneminde kadınlar savaşla ilgili konular da dahil bütün faaliyetlerde önemli roller üstlenmişlerdir. Onlara verilen mülkiyet haklarına Batı’da modern dönemlere kadar erişilememiştir. Kadınlar Hz. Peygamber’in ashabını konu edinen biyografik kaynaklarda da yeterince yer almıştır. Bu tür kaynaklarda 1200 civarında kadın sahabenin adı geçmektedir ki, bu rakam toplam sayının %12’sine tekabül etmektedir. Osmanlı dönemindeki kurulan vakıfların %41’ini kadınlar kurmuştur. (RuthRoded, Women in İslamicBiographicalCollectionsfromİbnSa’adtoWho’sWho, 19)

Nübüvvet ve hilafet döneminde kurulan bu sistem İslam Umranı’nı 8.yüzyılın ortalarından 12. Yüzyılın ortalarına kadar neredeyse dört asır boyunca ilim ve teknolojinin bütün alanlarında üstünlüğünü sürdürmesine imkan vermiştir. Mutlak liderlik konumunu kaybettiği iki asır boyunca da dünya medeniyetine önemli katkılar sunmaya devam etmiştir.

Bize düşen vahiy/akıl/kalp saç ayağında oluşmuş kodlarla yazılımımızı güncellemek, kök hücrelerle maddi/manevi yaralarımızı tedavi edip gelişmeye kaldığımız yerden devam etmektir.