Cemil PASLI


Türk Kimliği ve İslamiyet

Aile, Eğitim ve İletişim Uzmanı Cemil Paslı'nın kaleminden...


“Türkler, Arap ve İranlıların hiç yapmadıkları bir şeyi yaparak milli kimliklerini İslam'a gömdüler.Türkler'in İslam'a sadakatlerinin gerçekliği ve ciddiliği başka hiçbir halkta görülmez. Bu sebeple büyük bir sünni canlanmasının gelişip yayılmasına şaşmamak gerekir.” (Bernard Levis)

Türkler,Emevilerinzulümleri ve tazyikiyle kuzeye hareket etmek zorunda kalan Ehli Beyt’inirşadlarıyla; bizzat kaynağından İslamiyet’i öğrendiler ve tam teslim oldular.

Önceden sahip oldukları inançları İslamiyet’e girmeleri konusunda teşvik edici oldu. Bu konuyu ayrıntılı öğrenmek isteyenler İbrahim Kafesoğlu’nun“Türk Milli Kültürü” kitabına müracaat edebilirler.

İslamiyet’i öyle güzel yaşadılar ki; öldüklerinde diğer dinlerin mensupları dahi üzüldü:

"Cihad ve Gaza ideolojisine bağlılıkları Danişmendname adındaki meşhur destansı romandan açıkça anlaşılan Danişmendliler Hristiyanlara o kadar müsamahalı davranmışlardı ki, Süryani tarihçi Mikael Gümüştekin Ahmet Gazi'nin vefatının Hristiyanları mateme boğduğunu söyler." (Ahmet Yaşar Ocak, İslam’ın Ayak İzleri, Selçuklu Dönemi, s.281.)

Din’e, Dinler’e Kur’an-ı Kerim penceresinden, Hz. Muhammed(s.a.v.)’in göz bebeğinden baktılar, yorumladılar ve yaşadılar:

“Endülüs'te Müslümanlara karşı Hristiyanların yaptığı zulümleri (Reconquista) yaşayan Muhyiddin-i Arabi Anadolu'da Hristiyanlara uygulanan hoşgörü ortamına şaşırıp kaldığını ve bunu değiştirmek için Selçuklu Sultanı I. İzzettin Keykavus'a bir mektup verdiğini biliyoruz.”(Ahmet Yaşar Ocak, İslam’ın Ayak İzleri, Selçuklu Dönemi, s.381.)

Cavidİkbal'e göre İslam Toplumu 3 ayak üzerinde yeniden şekillenmeli;

1.Akılla vahyi uzlaştıran yeni bir kelam

2.Günün tüm problemlerine cevap veren yeni bir fıkıh

3.İki ilmin verileri üzerine bina edilmiş yeni bir siyasi ve ekonomik düzen

(Cavid İkbal, İslam Modernizmi Üzerine, 23.)

Türkler yaşadıkları coğrafyada İmam Maturidi ile kelam, İmam’ı Azam Ebu Hanife ile fıkıh ve kurdukları devlet ve gönüllü teşekküllerle İslamiyet’i önce gönüllere sonra mimariden, musikiye gergef gergefher alana işlediler.

Milli kimliklerini İslamiyet’e öyle gömdüler, milli hasletlerini İslam’la öyle bütünleştirdiler ki dünyanın gözünde artık Türk demek Müslüman demekle aynı anlamda kullanılır oldu.

Oğullarına Mustafa, Ahmet, Muhammed (hatta daha mütevazı anlamda Mehmet), Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin;

Kızlarına Hatice, Fatma, Emine,Ayşe, Zeynep, Rukiye, Ümmügülsüm isimlerini koydular.

Abbasilerden aldıkları İslam’ı temsil sancağını yükseltmek (ilay-ı kelimetulla) için her şeylerini ortaya koyarak bin yıldan fazla süredir İslam’ın Bayraktarlığı görevini üstlendiler.

Bu çabalarıyla Maide Suresi’ndeki kutlu müjdeye nail oldular:

"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfudur ki dilediğine verir. Allah vasi ve alimdir." (Maide, 5/54)

İslamiyet’le öyle bütünleştiler ki Medine Müdafaasında varını yoğunu ortaya koyan Fahrettin Paşa ve askerlerinin mücadelesini anlatan şair yazdığı mısralarla koca bir milletin duygularına tercüman oldu. Medine Savunması yakın tarihimizden günümüze, bütün Müslümanların ibretlik bir tarih aynasıdır. Bu müdafaadan kalan birçok canlı hatıra, yazışma ve belgenin yanında Ravza-yıMutahhara’yı savunan kahraman askerlerimizin samimiyetini, son Osmanlı erlerinin ihlasını İdris Sabih Bey bir şiirle dile getirmiştir. İdris Sabih Bey şiirinde, Karahanlılar, Selçuklular, Memluk ve Osmanlılar adına duygularını Ravza-yıMutahhara’ya gidip Fahr-i Kâinat Efendimize arz etmiştir:

“Bir Ulü’l-emr idin emrine girdik

Ezelden bey’atli hakanımızsın

Az idik sayende murada erdik

Dünya ve ahiret sultanımızsın

 

Unuttuk İlhan’ı Kara Oğuz’u

İşledik seni göz bebeğimize

Bağışla ey şefi’ kusurumuzu

Bin küsür senelik emeğimize

 

Suçumuz çoksa da sun’umuz yoktur

Şımardık müjde-i sahabetinle

Gönlümüz ganidir, gözümüz toktur

Doyarız bir lokma şefaatinle

 

Nedense kimseler dinlemez eyvah

O kadar saf olan dileğimizi

Bir ümmi isen de ya Resululallah

Ancak sen okursun yüreğimizi

 

Yapamaz Ertuğrul Evladı sensiz

Can verir canânı veremez Türkler

Ebedi hadimü’l-Harameyniniz

Ölsek de ravzanı ruhumuz bekler.”

Ey Türk ahfadı!

Sancak sende! Emanet sende!

Ve izzet, onur, şeref o sancakta, o emanette.

Farkında mısın?